Ayfer Tunç’un son kitabı Memleket Hikâyeleri, Türkiye’nin ulus devlete evrilişi sırasında kaybolan değerlerin hem eleştirisini hem de kaybolan ve var olanların bir nevi güzellemesini yapıyor. Toplumun kolektif belleğinden beslenen hikâyeler, halkın ve bireylerin içsel çatışmalarını, yaşanan travmaları ve toplumsal dönüşümleri vurgularken, Türk halkının geçirdiği evrimi derinlemesine sorguluyor.
Memleket Kavramı Üzerine Derinlemesine Bir İnceleme
Ayfer Tunç, Memleket Hikâyeleri kitabında “memleket” kavramını, bir toplumun kimlik arayışındaki karmaşayı, İstanbul’un taşralı ve şehirli algıları arasındaki gerilimleri irdeleyerek ele alıyor. Türk toplumunun tarihsel ve kültürel yapısını anlamak için şehirli, taşralı, zihin haritaları gibi kavramlar üzerinden bir tartışma başlatıyor. Bu eser, okurları sadece bir coğrafya üzerinde değil, aynı zamanda insan ilişkileri ve değerler üzerinden de düşünmeye sevk ediyor.
Kitapta, memleket nedir? sorusuna yanıt arayan Tunç, İstanbul’un yeri ile taşranın algısını birbirine zıt ve tamamlayıcı öğeler olarak sunuyor. İstanbul’un hem bir tutku, hem de bir terk etme arzusuyla yansıtılması, şehirlilik ve taşralılık kavramlarının ne kadar iç içe geçmiş olduğunu gözler önüne seriyor. Örneğin, İstanbul’un sevilmesi ve terk edilmesi arasındaki ikilem, şehirli kimliğinin zenginliğini ama aynı zamanda onun yaşadığı içsel boşluğu simgeliyor.

Taşra, Şehir ve Yurt Kavramları Arasındaki Çatışma
Kitabın en dikkat çekici bölümlerinden biri, taşra ve şehir kavramları arasındaki ilişkiye dair derinlemesine yapılan incelemeler. Tunç, taşralılığı sadece coğrafi bir kavram olarak ele almıyor; onu aynı zamanda İstanbul’dan ve şehir kültüründen uzaklaşan, bazen de dışlanmış bir kimlik olarak resmediyor. Özellikle, taşra ve şehir arasındaki katı sınırların birçoğunun kültürel önyargılardan ve sınıfsal farklardan kaynaklandığını vurguluyor.
Tunç, taşralılığı yalnızca coğrafi bir konum olmaktan çıkarıp, toplumsal algılarda ve kültürel yapılar içinde nasıl şekillendiğini irdeliyor. “Taşra” kelimesinin, “varoş” gibi olumsuz bir anlamla ilişkilendirilmesi ve bu kavramların tarihsel ve kültürel boyutları, toplumda kalıcı bir “yabancılaştırma” sürecinin varlığını ortaya koyuyor.
Yurt ve Kimlik Arayışı
Tunç, Memleket Hikâyeleri’nin üçüncü bölümünde memleket kavramını, aidiyet ve kökenle ilişkilendirerek ele alıyor. Toplumun farklı kesimlerinin yurt, memleket, hemşerilik gibi kavramlarla olan ilişkisi, sadece fiziksel değil, kültürel bir aidiyet duygusunun peşinden sürükleniyor. Bu bölüm, memleketin “yurt” olarak anlam kazanmasına ve insanların “ait olma” duygusunun nasıl şekillendiğine dair etkili bir anlatım sunuyor.

Fotoğraflarla Zamanın Ruhu
Ayfer Tunç, Memleket Hikâyeleri kitabının bir diğer bölümünde, geçmişle bugün arasındaki kesişimlere dair fotoğraflarla da bir anlatı oluşturuyor. Roland Barthes’ın fotoğrafla ilgili görüşlerinden esinlenerek, her fotoğrafın bir anlam taşıdığına ve geçmişin izlerinin fotoğraf karelerinde saklı olduğuna dikkat çekiyor. Tunç, fotoğrafın sadece anıları değil, aynı zamanda bir dönemin ruhunu ve toplumsal yapısını da yansıttığını vurguluyor. Zamanın ve mekânın derin izlerini fotoğraflar ve anılar aracılığıyla ele alarak, Türkiye’nin değişen toplumsal yapısının izlerini sürüyor.
Memleket Hikâyeleri: Modern Türkiye’nin Yüzü
Ayfer Tunç’un Memleket Hikâyeleri kitabı, modern Türkiye’nin toplumsal yapısını, tarihsel geçmişiyle olan bağlarını, kültürel çatışmalarını ve kaybolan değerleri gözler önüne seriyor. Eser, toplumsal hafıza, kimlik, aidiyet gibi temalar etrafında şekillenirken, Türkiye’deki bireysel ve toplumsal yaşantılara dair derin bir içgörü sunuyor. Tunç’un kalemiyle, köken ve aidiyet gibi temalar üzerinden, zamanın ruhu ve sosyal yapılar arasındaki gerilimler detaylı bir şekilde tartışılıyor.
Memleket Hikâyeleri, sadece bir toplumun geçmişine ışık tutmakla kalmıyor; aynı zamanda Türkiye’nin bugünü ve geleceği hakkında da önemli sorular ortaya koyuyor. Toplumun bireyleriyle kurduğu duygusal bağlar, coğrafi ayrımlar ve kültürel çatışmalar üzerine yapılan bu derinlemesine inceleme, hem bireysel hem de kolektif kimliklerin evrimini anlatıyor.
Tunç’un kitabı, tarihsel hatırlama ve unutuş arasındaki dengeyi keşfederek, okuyucuya sosyal yapıları yeniden düşünme fırsatı sunuyor. Bu eser, hem Türk edebiyatı hem de toplumsal hafıza üzerine kapsamlı bir okuma yapmaya davet ediyor.